Konstantinopolis, bir zamanların kadim şehrinin tam göbeğinde, Roma'nın ihtişamını yeniden canlandırmak için ayaklanmalar ve alevler arasından doğmuş heybetli bir katedral Ayasofya. Savaşlara, depremlere, çökmelere direnen Hagia Sofia (
Ayasofya), Bizans İmparatorluğu tarihinin en görkemli kilisesi olmak için tasarlandı.
Ayasofya Adı Nereden Geliyor?
Ayasofya’nın ismindeki ''aya'' sözcüğü kutsal, azize anlamlarına; ''sofya'' sözcüğü ise Eski Yunancada ''bilgelik'' anlamına gelen ''sophos'' sözcüğüne işaret etmektedir. Dolayısıyla Ayasofya ismi ''ilahi bilgelik'' veya ''kutsal bilgelik'' anlamlarını karşılamaktadır. Bu anlamlarla da Ortodoksluk mezhebinin kabul ettiği üzere, Tanrı'nın üç niteliğinden birisini simgelemektedir.
Başlangıç Noktası: Şiddet
Şiddet. Her şey hipodromdaki isyanla başladı. Günümüzdeki Sultanahmet parkı, Roma ve Bizans imparatorlukları döneminde, Hipodrom yani Atmeydanı'ydı. Konstantinopolis halkı, o gün araba yarışları için oradaydı. Son yarışlar da tamamlandı ama hipodrom boşalmamıştı. Önce homurtular duyuldu, sonrasında güçlü sloganlar atıldı. 'Yaşasın zulüm gören Maviler, yaşasın Yeşiller'. İki grup bir araya gelmişti ve hipodromdan sokaklara dökülmeye başlamışlardı. İsyan eden halk valilik binasını bastı ve binayı ateşe verdi. Yangın büyüdü önce senato binasını, sonra da Ayasofya Kilisesi alevlere teslim oldu.
{ad:0}
İmparatora karşı düzenlenen ayaklanmaların çıkış noktası: Jüstinyen'in koyduğu yüksek vergiler. Halk bu vergilerden rahatsızdı ve tahttan inmesini istiyordu. Ayaklanmada eski katedral yani Ayasofya yok olmuştu. Çelişkili bir şekilde bu durum aslında yıpranmış yeni imparatora büyük bir fırsat sunuyordu. Nasıl mı? Tarihte isyanlar sonucu yaşanan yangınlar imparatorun şehrini kendine göre yeniden şekillendirmesine imkan sağlar. Sonuçta Jüstinyen de tüm Roma İmparatorları gibi bu şehre damgasını vurmak istiyordu. Tıpkı Neron gibi. Jüstinyen yeni katedralinin tüm imparatorluktaki en gelişmiş, en güzel ve en ihtişamlı yapı olmasını ve onun hızla inşa edilmesini istiyordu.
Çalışmalar, inşaat alanının temizlenmesiyle, yani yıkımından 1 ay sonra başladı. Bu kadar hızlı davranmasının nedeni hem halkının onun hükümdarlığına olan inancını yeniden kazanmak hem de halkı isyan etmekten alıkoymaktı. Büyük bir inşaat projesi de boş oturan halka meşguliyet sağlamak için birebirdi.
Jüstinyen hayalindekini inşa etmeleri için mekanik bilimi olarak bilinen işte yetenekli Tralyesli Antonius ve yaşlı İsidor'u görevlendirmişti. İkisi de mimar olmadığı halde Roma İmparatorluğu tarihindeki en ihtişamlı kiliseyi inşa edecek beceriye sahip olduklarından eminlerdi. Bunu da yapabilmek için dahiyane çözümler gerektiren hırslı bir tasarıma başladılar.
Depremlerle yaşayan bir şehirde büyük bir kubbe inşa edilecekti ama bu hiç de kolay olmayacaktı. 56 metre yüksekliğe 31 metreden fazla uzunluğa sahip kubbe, Ayasofya'yı ihtişamla taçlandıracak tek şeydi. Böylesine iddialı bir tasarımı hayata geçirmek için Jüstinyen'in mimarları mühendislik becerilerinin sınırlarını zorlayacaklar. Ayasofya'nın kubbesi, o kadar büyük olacaktı ki kubbe için kullanılacak olan inşaat malzemesinin çok hafif olması gerekiyordu. Eğer ki hafif malzemeyi bulamazlarsa, yapı kubbeyi desteklemeyecekti.
Ayrıca payandalar tarafından oluşturulan dörtgen zeminin üzerine daire şeklindeki kubbeyi nasıl oturtacaklarını da çözmeleri gerekiyor. Çünkü dört büyük kemerin üzerine oturacaktı. Ancak, her bir kemerin en üst noktasına oturunca da fazladan destek olmazsa kemerler ve kubbe çökebilirdi. Bunun için devrim niteliğinde yeni bir yöntemi benimsediler; köşelikler. Sekizgen temel yöntemini oluşturdular ve bu yapı köşeliklerin ilk kullanıldığı bina olarak mimarlık tarihine geçti. Aynı zamanda bu yeni yöntem denenmemiş ve test edilmemiş bir teknikti.
Antonius ve İsidor zaten mühendisliklerinin sınırını zorlamaktaydı. Kemerleri geniş yaparlarsa felaket niteliğinde bir çökme riski oluşacaktı. Katedral yaklaşık 140 metre uzunluğunda olacaktı ve bu alanın büyük bölümünü kilisenin göbek kısmı oluşturuyordu. Bu kadar büyük bir alanı boş bırakabilmek için yaptıkları şey bir mucize değil bir göz yanıltmacasıydı. İki uca da bir uzantı bölümü ekleyerek bunun tavanını yarım kubbeyle kaplamak gibi muhteşem bir fikir buldular. Bu da kilisenin uzunluğunu %50 oranında arttırıyordu. Merkezi kubbeye ayna olan büyük bir yarım kubbe ve ana kubbeyi tutan esas kemere bir destek. Sonra küçük yarım kubbeleri eklediler. Bu, yaşadıkları soruna karşı kesinlikle dahiyane bir çözümdü. Ama halen kubbe için hafif bir malzeme bulamamışlardı.
Bunu nasıl yaptıklarını öğrenmek için Ayasofya'nın iddialı inşaatını detaylı bir şekilde anlatan iki eski yazar incelenmiştir. Biri katedral inşa edildikten sadece yirmi yıl sonra imparatorun bu projedeki rolünü övgülerle anlatan Procopius'undur. Diğeri ise Naratio takma adını kullanan gerçek ismi belirsiz bir kaynaktır. Bu kaynak bina yapıldıktan yaklaşık üç yüz yıl sonra yazılmış ve yapının yarı yarıya söylencelerden oluşan hikayesini aktarmaktadır.
Naratio'ya göre Antonius ile İsidor, kubbe için bulabilecekleri hafif maddeyi aramak için Rodos adasına kadar gitmişler. Tuğlaların Rodos'ta yapıldığı varsayılıyor. Ama kili Rodos'tan getirip tuğlayı Konstantinapol'de yapmış da olabilirler. Tuğlaların eşsiz olduğunu düşünen bilim adamları, bu tezlerini doğrulamak için onları normal tuğlalarla karşılaştırmıştır. Yapılan inceleme sonucunda Ayasofya'daki tuğlaların kimyasal oluşumunun çok farklı olduğu görmüştür. İncelenen tuğla kilinin içindeki kalıntı maddeleri, bu kilin Rodos'tan gelmiş olabileceğini kanıtlar nitelikteydi. Tuğla 800 C dereceden az ısıda fırınlanmış. Bu da içinde 1400 ile 1200 santigrat derecede fırınlanan tuğlalardan çok daha fazla gözeneğe sahip olmasını sağlamıştır. Hatta bu tuğlalar o kadar hafif ki suya atılsa yüzerdi. Antonius ve İsidor Rodos'ta aradıkları hafif malzemeyi bulmuşlardı. Bu hafifletme çözümlerine rağmen kubbenin ağırlığı onu taşıyan payandalara muazzam bir baskı yaparak onları yerinden kaydırabilirdi ve payandalar çökebilirdi. Antonius ile İsidor'un bunun için de bir planı vardı.
Koridorları oluşturan kemerler, kubbeyi taşıyan payandaların içine inşa edilmiş durumda. Bu kemerler koridorlar boyunca uzanarak Ayasofya'nın iç iskeletine inşa edilmiş dört büyük ayağı meydana getiriyor. Kubbenin itiş gücünü zemine kanalize ediyor ve üzerlerindeki inanılmaz ağırlığı emiyorlar.
Ayasofya, Eli Kulağında Bir Felaket
Ayasofya sadece büyük olmak, güçlü ve yangınlara dayanıklı olmak için tasarlanmadı aynı zamanda güzel olmak üzere de tasarlandı. Jüstinyen, katedralinde sadece en iyi malzemelerin kullanılmasını istiyordu. Bu özellikle en kaliteli mermerden yapılması gereken sütunlar için geçerliydi. Ama mermer pahalı ve zor bulunuyordu. Hepsi bu kadar da değil, Katedrali inşa etmek için sadece beş yılları bulunan Antonius ile İsidor tüm sütunları sıfırdan oyduracak zamana da sahip değildi.
Ayasofya'nın göbek kısmının iki tarafında bir çift devasa sütun bulunuyor. Bu sütunların her biri Soma mermerinden. Ama yakından incelendiğinde bazılarının diğerlerinden en az 30 cm daha kısa olduğu fark ediliyor. Bu da tam ölçüye göre kesilmektense yeniden kullanıldıklarını gösteriyor. Yapının üst katlarının inşasına başladıklarında Antonius ve İsidor, sütun sırasını kısaltıp üst kattaki sütunların konumunu değiştirdiler. Sütunların ilk başta oturtulması planlanan işaretli yerleri gösteren yuva hala dış sütun sırasında görülebilmektedir.
Antonius ile İsidor her adımda binayı kendi lehlerine kullanmanın ve inşa sürecini hızlandırmanın yollarını düşünüyordu. Ne yazık ki kubbe üzerinde çalışmaya başladıklarında tasarımlarındaki temel sorunlar onların aleyhine işlemeye başlamak üzereydi.
Antonius ile İsidor Ayasofya'yı Dikkate Değecek Kadar Kısa Sürede İnşa Ettiler
Karşınızda her gün karşılaşamayacağınız cinsten baş belası bir müşteri olduğunu, onun da bir Roma İmparatoru olduğunu ve işi yanlış yaparsanız muhtemelen kellenizi uçuracağını düşünün. Onlar da tüm Bizans İmparatorluğu tarihi boyunca girişilmiş en iddialı katedral projesini aldılar ve tarihin en talepkar imparatorlarından biri için yapmaya başladılar.
Galeri seviyesine yükselip buradaki bölmeler için tuğladan kemerleri inşa etmeye, kubbe için ana kemerler üzerinde çalışmaya başladıklarında, yan payandalar üzerine muazzam baskı oluştu. Baskı öyle bir arttı ki yapmaları gereken şeyin fazladan bir destek ayağı daha inşa etmeleri gerektiğini anladılar.
Bu süper yapının ağırlığı o kadar büyüktü ki baskıya uğrayan tüm kemerlerin şekli bozuldu. Artık hiçbiri yarım daire şeklinde değildi. İstemeseler de yapabilecekleri tek şey vardı. Antonius ile İsidor payanda ayaklarının yüksekliğini artırdı. Fazladan destek sağlayıp onu daha güçlü kılmak için en tepedeki kemerin içini doldurdular. Ama bu yine de yeterli değildi. Katedralin bazı yerlerinde günümüzde dahi kubbenin ağırlığının bazı sütunları nasıl dışarı büktüğünü görebilirsiniz.
Antonius ile İsidor'un ilk tasarımlarında kubbe, büyük kemerlerin üzerlerine kusursuz bir yarım daire şeklinde oturuyordu. Payandalar üzerindeki yana doğru itişi en aza indirmek ve tüm yapı boyunca sabit ve eşit bir baskı oluşturmak böyle bir yapı için en makbul tasarımdı. Artık temel kare şeklinde olmadığı için kusursuz bir daire elde etmek imkansızdı. Yapabilecekleri tek şey bu orantısız ebatları kapsayacak şekilde daha dar kavis çizen elips şeklinde bir kubbe inşa etmekti. Bu da tehlikeli bir şekilde güvensiz olan bir tasarımdı.
Onların pek az seçenekleri vardı. İnşaat başladığından beri dört yıldan uzun süre geçmişti. Antonius 534'te öldü. İsidor, uğruna çalıştıkları her şey başlarına çökmeden önce bir çözüm bulması gerektiğiniz biliyordu. İmparator durmadan sıkıştırdığı için kaçınılmaz olana boyun eğiyor ve mimarlarına bu sefer bir silindirin üzerinde elips şeklinde bir kubbe inşa etmelerini söylüyor.
Kubbeyi yerleştiren yaşlı İsidor artık ilgisini katedralin dekorasyonuna çevirir. Ayasofya'nın içi gerçekten çok muazzam. Duvarları ve zemini mermerle kaplı. Sütunların üst kısımları itinayla oyularak süslenmiş ve tüm bina boyunca ihtişamlı mozaikler altın renginde parlıyordu.
Ayasofya'nın günümüzdeki iç dekorasyonu Jüstinyen'in zamanında olduğundan oldukça farklıdır. Yüzyıllarca iç bölüme eklenen birçok mozaik, imparatorluk portreleri, kraliyet ailesinin resimleri, İsa'nın resimleri vardır. Bunlar Jüstinyen'in zamanından sonra eklenmiştir. Ayasofya'nın sade dekorasyonun ardında faydacı bir sebep de vardır. Çünkü dekorasyon ne kadar sade olursa o kadar çabuk katedral tamamlanırdı ve Jüstinyen katedralinin rekor bir zamanda tamamlanmasını istiyordu. Ayasofya gibi boyutlarda ve güzellikte bir binayı daha önce kimse görmemişti. İnşaatı başladıktan yaklaşık altı yıl sonra İmparator Jüstinyen yeni katedraline görkemli bir törenle giriyordu. Jüstinyen dahi anıtının tehlike altında olduğunun farkındaydı. Binanın ağırlığı o kadar fazlaydı ki mermer sütunlarının bükülmesine neden oluyordu.
14 Aralık 557 Jüstinyen'in kilisesi yirmi yıldır ayakta dururken büyük bir depremle sarsıldı. Deprem kubbeyi feci bir şekilde çökertti ve Jüstinyen onu onarmaları için bir işçi ekibini görevlendirdi. Bu yılın 7 Mayıs günü büyük kilisenin kubbesi onarılırken tapınağın üzerindeki güney bölmesi çöktü. Kimsenin fark etmediği şey depremin ne kadar büyük bir sorunu açığa çıkardığıydı.
Belki de şansına denilecek derecede İsidor kilise tamamlandıktan sonra 20 yıl içinde ölmüştür. Böylece onun hatalarının yol açtığı hasarı onarma sorumluğu İsidor'un yeğeni genç İsidor'a geçmiştir.
Kubbenin Tekrar Çökmemesini Nasıl Sağlayacaktı?
557'de çöken ve yerine genç İsidor'un inşa ettiği kubbe muhteşem bir tasarım harikası. İsidor sorunun temelinde kubbenin üzerinde oturduğu silindir olduğunu fark ediyor. Silindiri kaldırırsa yapının en zayıf halkasından kurtulacağını da anlıyor. Böylece, kuzey ve güney kemerlerinin üst kısımlarını yeniden tasarlıyor. Kubbe artık kusursuz bir yarım daire değildi ama daha sağlamdı.
Genç İsidor'un en zekice seçimi işi aceleye getirmemek oldu. Kubbeyi onarması dört yılını aldı. Bu da kendinden öncekilerin tüm kiliseyi inşa ettiği zamanın üçte ikisinden fazla. İşini şansa bırakmıyordu. Yaşanan birçok depreme rağmen onun kubbesi 1400 yıldan uzun süredir ayakta.
Kayda Değer Bir Mühendislik Harikası Yapı
Katedrali detaylı olarak incelediğinizde Antonius ile ortağının yapıdaki zayıflıklara karşı korunmak için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını görebilirsiniz. Ayasofya'ya baktığınızda pencereler görürsünüz. Panteon da ise çatlaklar var bunun sebebi ise çatlakların bulunduğu yerde binanın üzerinde gerilim olmasıdır. Gerilim varsa çatlama olur, bu yüzden yaklaşımları şöyleydi; zaten eninde sonunda çatlayacaksa orayı malzemeyle doldurup çatlamasına neden izin verelim? Bu yüzden oraya pencereler koydular.
İnşa edilirken bile depremler yaşandı ve buranın bir deprem bölgesi olduğunu bilerek sütunların içerisine şok emiciler inşa edildi, sütunların temelinde ve tavanında kurşun kullanıldı. Bu da dahiyane bir çözümdü. Çünkü kurşun, sütunun belli bir dereceye kadar ileri geri esnemesine izin veriyordu ve yapının neredeyse 1500 yıldır ayakta kalmasını sağladı.
Ama Hikaye Burada Bitmiyordu
1453'te Konstantinapol Osmanlıların eline geçti. Ve
Ayasofya bir camiye dönüştürüldü. İnananları ibadete çağırmak için dört güzel minareye sahip oldu. Tam karşısına inşa edilen Sultan Ahmet Cami, Ayasofya'nın cami tasarımları üzerinde ne kadar büyük bir etkisi olduğunu gösteriyor. Hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar için bir sembol olan Ayasofya gerçekten muazzam ve görkemli bir yapı.
101 Adet Kapının Sırrı Ne?
Ayasofya toplamda 361 kapıya sahip. Hepsi de büyüleyici. Lakin 101 tanesi, diğerlerinden çok daha büyük yapılmış. Bu kapıların da tılsımlı olduğu söyleniyor. Neden mi? Söylentilere göre; bu kapılar ne zaman sayılsa, fazladan bir kapı daha ortaya çıkıyormuş. Yoksa 101 tanesini büyük yaptık diye 102 tanesini büyük yaptılar ve farkında değiller mi?
Taş Kesilen Balıklar
Daha önce ziyaret ettiyseniz İmparator Kapısı'nın önündeki balık figürünü hatırlarsınız. Rivayete göre; İstanbul kuşatıldığı zaman Ayasofya'daki papazlar burada balık kızartıyormuş. Tavada kızaran balıklar, İstanbul'un fethedildiğini hissedince kızgın yağın içerisinden çıkarak taş kesilmiş.
İsa Mı Apollon Mu?
Desisi Mozaiği 1264 yılında yapılmış. Mozaikte resim aslında Hz. İsa’ya ait olmadığı iddia ediliyor. Buradaki İsa figürünün sağ kaşı üzerinde bir yara izi varmış ve bu iz aynı zamanda 11 sayısını işaret ediyormuş. Bu izin de Pisagorcu Tarikat Üyesi Apollon'a ait olduğu dile getiriliyor. Yani anlayacağınız, zorla Hıristiyanlaştırılan Paganlar, mozaiğe İsa figürü görünümlü Apollon'u resmetmişler.
Aman, Tabuta Dokunmayın!
Kıble kapılarının ortasında Kraliçe Sofya'ya ait olduğu bilinen bir tabut bulunuyor. Üzerindeki kubbede ise Azrail, İsrafil, Cebrail ve Mikail meleklerinin figürleri var. Eğer tabut yerinden oynatılırsa Ayasofya'nın yıkılacağına inanılıyor.
Ayasofya'nın Ermişi Efsanesi
Ayasofya’nın Ermişi rivayete göre, Bizans İmparatoru 1. Justinianos Ayasofya'yı yaptırmak için en ünlü mimarları İstanbul'a davet eder. Mimarlardan, yaptıracağı kilise için taslaklar hazırlamalarını ister. Fakat çizilen taslakların hiçbirisini beğenmez. Bu şekilde bir süre kararsız olarak devam etmek imparatoru oldukça üzer ve umutsuzluğa sevk eder. Umutsuz geçen günlerinden birinde, gece uyuduğunda bir rüya görür...
Rüyasında kiliseyi yaptırmayı planladığı alanda nur yüzlü bir ihtiyar vardır. Bu ihtiyarın yanına giden imparator, onun elinde tuttuğu levhaya dikkat kesilir. Levhada, tam da imparatorun istediği gibi bir kilise resmi çizilidir. Bunu gören imparator Tanrı'ya dua ederek kilisesini yaptırabilmek için resmin kendisinde olmasını diler.
İhtiyar, imparatorun bu duasını duyduğunda ona döner ve ''Al bu resim senin olsun...'' diyerek levhayı ona uzatır. Sevinç içinde resmi elleri arasına alan imparator, rüyası soluklaşıp gözden yitmek üzereyken ''Peki kilisenin ismi ne olsun?" diye ihtiyara sorar.
Yaşlı adam, ''Kuracağın kilisenin adı Ayasofya olacak!'' der.
Nerede Bu Kapı?
Şimdi bahsedeceğim efsane Hıristiyanlara ait. İstanbul'un fethi sırasında halk Ayasofya'ya sığınmış ve toplu ayin yapıyorlarmış. Henüz ana kapılar Osmanlılar tarafından açılmamışken, rahiplerden biri vaaz kürsüsündeki Hz. İsa'nın kanının sunulduğuna inanılan kutsal çanağı eline almış. Tam o sırada bir melek belirmiş ve kendisine yol göstermiş. Bir anda esrarengiz bir kapı da belirmiş. Rahip bu kapıdan geçmiş ve kapı da arkasından kapanmış. Lakin daha sonra bu kapı hiç bulunamamış. Rahip, o gün orada başlayan ayini tamamlamak için tanrı tarafından uyandırılacağı günü o kapının ardında bekliyormuş. Bu olayın da tekrardan İstanbul’un geri alınacağı gün gerçekleşeceği söyleniyormuş.
Ağlayan Sütun
Bir efsaneye göre Ağlayan Sütun olarak isimlendirilen yapının Hz. Meryem'in evindeki bir sütun olduğu söylenir. Hz. İsa yakalandıktan sonra ona işkence edildiği haberi ulaşır Meryem Ana'ya. Ardından, İsa'nın yaşadığı acılara dayanamaz ve ağlamaya başlayarak bu sütuna dayanır. Gözyaşları dokunduğu yeri eritir.
Başka bir hikayeye göre de Ayasofya'nın inşaatı sırasında 1. Justinianus kontrol için ara sıra buralara gelirmiş. Yine geldiği bir gün şiddetli bir baş ağrısı tutmuş. O sırada kafasını sütuna dayamış ve baş ağrısının geçmesi için dua etmiş. Bir anda baş ağrısı geçmiş ve sütuna baktığında da ufak bir delik meydana geldiğini görmüş. O sırada bir göz yaşının da delikten süzüldüğünü görmüş. Bu yaşın, Meryem Ana'nın gözyaşı olduğunu ve kendisini iyileştirmesi için Tanrı tarafından bahşedildiğini düşünmüş. Bu olayın arından halk bu sütunu kutsal saymaya başlamış.
Kutsal Emanetler
Yine bir Hristiyan rivayetine göre; Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği haç ve kullanılan çivileri, İmparator Kudüs'ten getirip Ayasofya'nın gizli bir bölümüne saklamış. Neden? Çünkü Hz. İsa'nın 40 bin yıl sonra dünyada Ayasofya'ya ineceğini düşünüyormuş.
Kısa Kısa Ayasofya
- Yüz ölçümü açısından dünyadaki en büyük dört katedralden biri.
- Eski ismi Ayasofya Kilisesi, şimdiki resmi ismi Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi
- Bizans İmparatoru 1. Justinianus tarafından 532-537 yılları arasında inşa ettirildi.
- İstanbul’un fethi ile camiye dönüştürüldü.
- 1934 yılında yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile müzeye dönüştürülmüş, 2020 yılına kadar da müze olarak hizmet verdi. 2020 yılında ise müze statüsü iptal edilerek tekrar cami statüsü kazandı.
- İlk inşa edildiğinde Ayasofya, Büyük Kilise anlamına gelen Megale Ekklesia olarak isimlendirilmiş. 5'inci yüzyıldan itibaren Sophia olarak anılmaya başlanmış. Halk yine de Büyük Kilise olarak adlandırmaya devam ediyordu. Daha sonra İstanbul'un fethi ile birlikte bizim de kullandığımız Ayasofya olarak ismi değiştirildi.
- Kilise, Theia Sophia olarak bilienen Hristiyan üçlemesinin ikinci öğesi olan Kutsal Hikmet'e adandı.
- ''Aya'', kutsal-azize; ''Sophos'' bilgelik demek.
İstanbul'da Nerede Kalınır?
Her bir köşesi ayrı ayrı keşfedilebilecek güzelliklerle, çeşitli efsanelerle bezeli İstanbul'a yolunuz düştüğünde konaklama alternatifleri oldukça fazla! Siz de şimdi
İstanbul otelleri sayfamızı aşağıdan ziyaret ederek seçiminizi yapabilirsiniz;
{search:istanbul-otelleri,İstanbul Otelleri}