Buket Uzuner'den Seyahate Dair: Gözyaşı Her Yerde Tuzlu, Kan Da Kırmızı

Buket Uzuner'den Seyahate Dair: Gözyaşı Her Yerde Tuzlu, Kan Da Kırmızı

Paylaş
Editor  
Eklenme: 04 Mayıs 2017
 • Son Güncellenme: 17 Mart 2023
Buket Uzuner'den Seyahate Dair: Gözyaşı Her Yerde Tuzlu, Kan Da Kırmızı
"Çocukluğumdan beri dünyayı görmek, seyahat etmek isterdim. Bunu gerçekleştirebilmemin yollarından biri burs alarak yurt dışında okumaktı. Haydi bunu başardın diyelim, ama bu kez de bursun sadece okula yetiyor, seyahat için okuldan sonra çalışmak gerekiyordu. Batı ülkelerinde öğrencilerin yarı-zamanlı işlerde çalışması çok doğal görülür. Ben de aşcılıktan bebek bakıcılığına işler yaparak seyahat için biraz para biriktirdim. İlk inter-rail (tek biletle bir ay Avrupa'yı gezme) seyahatimde Norveç'ten bindim trene Zürih'e vardım ve orada küçük bir deftere benzeyen bilete baktım. Nereye gideceğimi yazmak için beni bekliyordu ve bu bir Türk kızı için gerçekten bir mucizeydi" diyor hikayeleri, gezi yazıları ve romanlarıyla tanıdığımız Buket Uzuner. Uzak coğrafyalardan insan portreleri taşıyan seyahatnameleri bizlerle buluşturan Buket Uzuner ile bir edebiyatçı gözüyle yol, yolculuk, seyahat üzerine keyifli dolu bir söyleşi gerçekleştirdik. Sizi hikayeleriniz, gezi yazılarınız, romanlarınızla tanıdık. Kitaplarınız yalnızca ülkemizde değil, yurt dışında birçok ülkede edebiyat severlerle buluştu, buluşmayı sürdürüyor. Cumhuriyetin 75. yılında “75 Başarılı Kadın”dan biri seçildiniz. Kitapları çok okunan, başarılı kadın yazarlar arasında yer alan Buket Uzuner’in kalemle kurduğu ilk romantik ilişki ne zaman başladı? Bizim kuşakta bu soru şarkıcılara sorulurdu. Onlar hep çocukken müzikle buluştuk derlerdi ve biz bu durumla çok dalga geçerdik. Fakat şimdi bu durum benim başıma gelince, ben de aynı cevabı vermek zorunda kalıyorum. Hakikaten ben çocukken yazmaya başlamıştım. Hatta yazı yazmayı öğrenmeden önce annemle pazara gidince elimde defter yazıyormuş gibi yapardım. 5 yaşlarında olmalıyım ve o zamanlar pazarcılarla röportaj yapmaya çalışıyordum. Biz orta halli bir aileydik fakat şimdi bakınca kültürle ilişkimiz bakımından zenginmişiz. Eve mutlaka 2 gazete girerdi ve biliyorum ki, bu bile annemle babamın sınırlı bütçelerini sarsardı. Sahaftan falan kitap, ansiklopedi bulunur, mutlaka alınırdı. Devlet tiyatroları, bale, operaya bilet ya da davetiye bulunurdu: yeter ki, çocukları görsün, duysun ve dünya vatandaşı olarak yetişsinler. Türkiye benim çocukluğumda belki şimdi ki halinden fakirdi ama ruhu ve kalbi çok daha zengin bir ülkeydi. İnsanlar çocukları okusun diye severek fedakârlık ederdi. Mahalle kültürü vardı. Mahalle kültürünün eleştirilecek yanları, -meselâ kadınların hayatına komşuların fazla karışması gibi- vardır ama güzel yanları da çoktur. Öncelikli güzelliği, herkes komşusunu tanırdı. Mahallede büyüyen çocuklar zengin aile fakir aile ayrımı gözetmeksizin bir arada olur, birbirlerini tanırlardı. Terlediğinde çocuk arkadaşının annesi sırtına tülbent koyar, susadığında su verir, ekmeğini paylaşırlardı. Böylece büyüdüklerinde devam eden tanıdıklık, şimdiki yabancılaşmayı ve ötekileşmeyi, düşmanlığı önlerdi. Üniversite öğrencilik yıllarım Ankara'da geçti. O yıllarda Türk Edebiyatı'nın en önemli kalemleri Ankara'da yaşıyorlardı. Attila İlhan da Bilgi Yayınevi'nin editörüydü ve ben gençliğin verdiği cesaretle oraya gidip, şaire yazdığım öyküleri götürmüştüm. Sonraki 4 yılım evden çok Attila İlhan’ın yanında geçti. O bir bakıma benim edebi babamdır ve imkansız aşkımdır. Edebiyatta usta-çırak ilişkisi önemlidir. Buket Uzuner

{ad:0} Yazar kimliğiniz dışında Buket Uzuner nasıl biri? Neler yapıyorsunuz? Şu sıralar hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz? Ben açıkçası kendimi yazar Buket Uzuner ve insan, kadın, anne, evlât, eş, sevgili olarak ayıramıyorum, bunu pek beceremiyorum. Hepsi birarada yaşıyor bu kimliklerin bende; çantasında gözlük ve şemsiyesi olan biri nasıl güneşte gözlük takıp, yağmurda şemsiye açarsa ben de hayatın getirdiği durum karşısında ona ait korunma veya ilgi, sevgi, merak ortaya çıkıyor. Kadınların ne iş yaparsa yapsınlar, aynı anda çoklu algılama ve çoklu iş yapma kapasitesiyle yaratılmış olması beni hep büyülemiştir. Bu bakımdan kadın olmak büyük şans ve şenlik. Bu sıralar ilk çocuk kitabım "Ah Bir Kedi Olsam!" yayınlandı, onun telaşı var. Aynı zamanda sekiz yıl önce başladığım "Tabiat Dörtlemesi" romanlarının üçüncüsü olan "Hava"yı yazmaktayım. Dörtlemenin "Su" ve "Toprak" romanlarının ana karakteri Defne Kaman adında bir gazeteci. Romanlar, çevre ve kadın sorunlarına duyarlı, insan, toprak, kadın ve hayvan hakları konularında aktivist olan gazeteci Defne Kaman'ın "kadın cinayetleri" ve tarihî eser kaçakçılığı haberleri yaparken kaybolması üzerine kurulu. Defne Kaman'ın eczacı anneannesi Umay da Eski Türkler'in kamlık kültüründen gelen şifacılık yeteneğine sahip bilge bir kadın. Gazeteci kadın kaybolduğunda Türkler'in ilk devlet yönetim kitaplarından olan 100 yıllık Kutadgu Bilig bir şifreler kitabı olarak kullanılıyor. Şimdi üçüncü roman "Hava" Kayseri'de geçiyor. Sık sık Kayseri'ye mekan araştırmasına gitmemin nedeni bu. Hava, nükleer enerji konusunu gündeme getiren bir roman. Kayseri'yi seçmemin bir nedeni Selçuklu Prensesi / Sultanı Gevher Nesibe'dir. Müzik ve suyla ruh hastalarının tedavi edilmesi için kendi adına hastane yaptırıyor. Gevher Nesibe Şifahanesi. Bu arada beni bir yazar olarak mutlu eden önemli bir ayrıntıya da değineceğim. Ayrıntılar zaten önemlidir de çoğu zaman atlarız üzerinden... Roman karakterlerimin adlarını çocuklarına veren yüzlerce okur var biliyorsunuz. Bu gerçekten okurlardan aldığım muhteşem bir armağan. Çok teşekkür ediyorum. Yıllardır çocuklara konan Ada, Tuna, Aras, Teo, Nilsu'ya ek olarak "Tabiat Dörtlemesi"nden artık Defne ve Umay da kullanılmaya başladı. Ayrıca adı daha önceden Umay konmuş kızlar, bu romanlardan sonra bana e-posta veya Twitter'dan teşekkürler ediyorlar. İsimlerinin anlamını bilmiyorlarmış. Bakın ismin anlamını bilmiyor insanlar ama kültürel aidiyet o kadar güçlü bir kavramdır ki, çocuğuna bu ismi koyabiliyor. Umay eski Türk kültüründe tabiat tanrıçasının adıymış. Buket Uzuner

"Aynı ailenin çocuklarıyız" Gezi kitapları da yazıyorum, biliyorsunuz. Seyahat, ister kendi ülkenizde, kendi şehrinizde, ister yurt dışında olsun insana okumak kadar çok şey öğreten, olgunlaştıran bir tecrübe. "Çok gezen mi, çok okuyan mı bilir?" diye sorarlar ya, elbette çok okuyan bilir ama çok gezen de anlar. Bilgi, anlayış olmadan kuru ansiklopedik kalıyor. Seyahat etmek de sadece dolaşmak değil. Gittiğin şehri, köyü veya ülkeyi yemekten, tarihine tanımak, anlamaya çalışmak önemlidir. Kendi ülkendeki farklı şehrin kültürünü, insanını tanımak, anlamak bizi de değiştirir. Bir turist ile bir gezgin arasındaki fark da burada ortaya çıkıyor zaten... Birkaç ay önce Ekvador’un başkenti olan Kito’da kitap fuarına davet edildim. İspanyolca’ya çevrilmiş kitaplarım için davet ettiklerini düşünüyorum. Ekvador’a kadar gitmişken meşhur Galapagos Adaları'na gitmemek olmazdı. Hani hayatta bir kez olacak şeylerden biri. Darwin’in araştırmalarıyla ünlü bu ada, şu an tamamen turizme açık değil ve koruma altında. Muhteşem bir yer, çünkü olağanüstü tabiat güzelliğine ek olarak oradaki insanlar hayvanlara kötülük yapmadan yanyana yaşamayı başarmışlar. Mesela balık pazarı tarzında bir alan var ve oradan geçerken denizden göbeğini yuvarlaya yuvarlaya bir deniz aslanı çıkmıştı gözlerimizin önünde. Tezgaha doğru gidip tatlı tatlı kafasını uzatıyordu ve o esnada benim iki katım olduğuna inandığım pelikan da balık tezgahına yaklaşıp günlük kısmetini bekliyordu deniz aslanıyla yanyana. Ve insanlar o hayvanlara zarar vermeden günlük hayatlarını yaşamaya devam ediyorlar. Gecenin bir saatinde de yoldan geçerken bir iguana görmüştüm, yolda yürürken arabalar da insanlar da ona zarar vermemek için çaba gösteriyorlardı. İnsanın sevinçten gözleri doluyor. Aynı akşamüzeri pansiyonuma doğru giderken bir bakkala uğramıştım. Alışveriş yaparken bakkal kadın beni itip sürekli arkada bir yere bakıyordu, merak edip arkamı döndüğümde televizyonda Özcan Deniz’i gördüm. Bizim bir TV dizisi dublajla İspanyolca konuşan bir dizi oluvermişti. Bakkal kadına Özcan Deniz’in benim geldiğim ülkenin oyuncusu olduğunu söyleyince birden bakkalda prestijim arttı, indirim bile yaptı. Dünyanın parasını verseniz böyle tanıtım, reklam yapamazsınız. Beğenin beğenmeyin o ayrı ama diziler, yemek kültürü, romanlar, filmler, müzik yani sanat kadar güçlü tanıtım, anlatım biçimi yoktur. O yüzden kendimizi sanatla, edebiyatla anlatıp, ifade edeceğiz. Sanat için de ifade ve yayınlama özgürlüğü şarttır. Bu arada bakkal kadın her geçtiğimde artık bana selam vermeye başlamıştı. Başka bir örnek de bir İspanyol okurun Orhan Pamuk’un kitabını okuduktan sonra “Aslında ne kadar da bize benziyorsunuz” demesinde saklıydı. Aslında sanat, edebiyat, tüm insanlık Adem ile Havva’dan geldi, aynı ailenin çocuklarıyız demenin estetik anlatısıdır bir bakıma. Seyahat de biraz bunu anlamamıza yarar. Buket Uzuner

"Gençler dünyayı görme fırsatını yakalamalı" Afrika’ya ilk gittiğimde Cezayir'in sınırlarında bulunan Kuzey Sahra çölünü gezme şansım olmuştu. Bir gece Bedeviler'in misafiri olmuş, tam roman/ filmdeki gibi çölde nane çayı içiyorduk. Yarı Fransızca yarı Arapça ve Türkçe anlaşmaya çalışıyorduk. Çok güzel bir geceydi. Yaşlı adam bize ölmüş oğlundan bahsederken karşılıklı gözlerimiz dolmuştu. Ben bu çöl seyahatini "Bir Siyah Saçlı Kızın Gezi Notları" kitabımda anlatmıştım. O zaman bir defa daha anlamıştım ki, dünyanın her yerinde acı ve sevinç aynıydı. Yani, gözyaşı her yerde tuzlu kan da kırmızı. Görmek, tanımak, bilmek, içimizdeki yabancılık duygusunu ehlileştiriyor. Barış ve dostluk yanımızı geliştiriyor. Bunun içindir ki, gençler mutlaka en azından bir dil öğrenmeliler. Gençler dünyayı görme fırsatını yakalamalıdır. Seyahat, lüks otel ve yemek derdi olmayanlar için çok ucuza gerçekleştirilebilecek bir eylemdir. Hiçbir şey yapılamıyorsa bile Kars’a, Edirne’ye gitmeli, trenle seyahati oldukça zevkli, efsanevi bir coğrafi güzellikleri var ülkemizin. Buket Uzuner’in seyahat bavulunda neler oluyor? Öncelikle kesinlikle akıllı cep telefonu oluyor, o olmadan hiçbir şey yapamaz haldeyim. Sonrasında ise tablet. Telefonu gönderdiğim fotoğraflar için, tableti ise bilgisayar taşımamak adına yanımda taşıyorum. Ki artık günümüzde bir otele ya da pansiyona gittiğimizde duş var mı diye sormuyoruz, wi-fi şifresini istiyoruz. Onun dışında seyahatimde benim için çok önem arz eden temizlik malzemelerim var. Bence insan seyahat ediyor diye derbeder dolaşması gerekmiyor. Yanımda 2-3 tane ütüleme gerektirmeyen pantolon şort bulunduruyorum ve de mutlaka güneş kremiyle birlikte B12 ve vitamin haplarım yanımda oluyor. Ve gençler fotoğraf makinesiz yola çıkmasınlar lütfen. Defter ve dolma kalemin yeri de ayrıdır benim için. Ben hislerimi yazıya bu ikisi sayesinde dökebiliyorum. Tabii kitap, hem kağıt hem e-kitap. Kitapsız olmaz. Buket Uzuner

Henüz görmediğiniz hangi coğrafyaya seyahat etmek istersiniz? Görmediğim çok az ülke az kaldı diyebilirim. Zaten ben çok yer görme, kaç tane ülke gezdim sayıları, skorları veya istatistikleriyle hiç ilgili bir kişi değilim. Eğer beğeniyorsam gittiğim yeri orayı yeniden görmeyi, yepyeni bir yer görmeye tercih ederim. Mesela ben Galapagos’a bir daha gitmek istiyorum, belki böyle bir şansım olur. İzlanda, Şili ve Kuzey Amerika'daki Rocky Mountains bölgesini görmeye heves ediyorum. Ama gönlümün sultanı İstanbul'dur. Her beğendiğim şehir sonunda İstanbul'a döndüğüm için güzeldir.