Ara Güler 1958 yılında Aydın’ın Geyre beldesinde açılışı yapılacak olan bir barajın haberini yapmak ve fotoğraflarını çekmek için bölgeye geliyor. Dönemin valisinden açılışa gitmek için izin istiyor ve istediği izni alıyor. Ardından valinin şoförü onu açılışın yapılacağı baraja götürmeyi teklif ediyor ve düşüyorlar yollara. Ancak bir türlü yolu bulamıyorlar ve sonunda kayboluyorlar taa ki uzaklarda bir ışık görene kadar. İşte tüm hikaye yolunu kaybettiklerinde karşılarına çıkan o ışığa gitmeleriyle başlıyor.
Ara Güler ve şoför yola çıktıklarında kayboluyor ve bu sırada yolu akşam karağında çok uzaklarda gözüne ilişen bir ışığın yandığı köye düşüyor. Köye geldiğinde evlere ve insanlara bir bakıyor ki, antik dönemlerden o güne kadar yaşamın bu topraklarda kesintisiz bir şekilde devam ettiğini anlıyor. Tüm halk burada Helenistik ve Roma dönemi eserleriyle iç içe yaşıyor. Öyle ki mimaride devşirme yöntemi olarak adlandıran bir yöntemle köylüler Roma sütunlarını ve mimari parçaları yerlerinden alıp kendi evlerinde ve bahçelerinde kullanıyor. Hatta bu bölgede attığı her adımda tarihi yapı elemanlarının köyün her yerine saçılmış olduğunu fark ediyor. Antik tiyatro ve stadyumun oturak taşları köy meydanında hala kullanılırken, nekropolden getirilen lahitler üzümleri ezmek ve zeytinyağını süzmek için kullanılıyor, sütunlar ise hala evlerin çatısını taşıyor.
Ara Güler hem hayranlık hem de şaşkınlık içinde bu yaşanmışlıkları izledikten sonra köyün farklı noktalarından fotoğraflar çekmeye başlıyor. İstanbul’a geldikten sonra da daha önce adı hiç duyulmamış bu köyü ve bölgeyi araştırmaya başlıyor ancak ne köy ile ilgili ne de bölge ile ilgi hiçbir kaynak bulamıyor. Bunun üzerine Güler, çektiği fotoğrafları ülkemizde hizmet veren çeşitli devlet kurumlarına ve kuruluşlara göndererek bölgenin araştırılması ve keşfedilerek bilgiler toplanması için başvurular yapmaya başlıyor. Ancak hiçbir şey umduğu gibi olmuyor ve ne bakanlıklardan ne de diğer devlet kuruluşlarından beklediği ilgiyi bulamıyor. Times İle Dünyaya Bu Eşsiz Toprakları Gösteriyor
Ülkemizden aldığı bu olumsuz geri dönüşler üzerine buranın unutulmaması ve hak ettiği ilgiyi görebilmesi için köyün fotoğraflarını Times’a göndermeye karar veriyor. Times ise bizim aksimize fotoğrafları ellerine alır almaz kendisine geri dönüş yaparak gönderdiği fotoğrafların renkli baskılarını da istiyor. Bunun üzerine Ara Güler yeniden yollara düşüyor ve bu kez köyü renkli fotoğraflarla çekmeye başlıyor. Çektiği bu renkli fotoğraflar dünya basınına dağıtılıyor ve dünya çapında büyük bir ilgi uyanmaya başlıyor bu köye. Tüm bu gelişmelerin ışığında Amerika’dan alanında uzman arkeologlar Geyre’ye geliyor ve ilk bilimsel araştırmalar böylece başlamış oluyor. Bu çalışmalar ışığında kalıntıların MÖ. 5000’li yıllara dayandığı, genç Helenistik dönemden Roma İmparatorluğu’na hatta Bizans’a kadar yaşamın hiç bitmediği tespit ediliyor. Sonrasında ise kentin adının tanrıça Afrodit’ten geldiğini saptayan uzmanlar bu kentin Aphrodisias Antik Kenti olduğunu tüm dünyaya duyuruyor. Ara Güler’in Ağzında İşte O Keşfin Kısa Bir Hikayesi
"Devir 1958. Adnan Menderes’in son zamanlarıydı. Aydın’da valiye gittim. 'Adnan Menderes’in açılış yapacağı baraj var. Beni oraya gönder, açılışta resim çekeceğim' dedim. Şoför dedi ki; ben bir kestirme yol biliyorum, oradan gidelim. Kestirme yoldan giderken yolu kaybettik. Yolu kaybedince de nereye gitsek karşıma hep o büyük kayalar çıkıyordu. Güneş battı ve zifiri karanlık oldu."
"Gidiyoruz, gidiyoruz yine aynı kayalıklara geliyoruz. Kaybolduk! Baktım bir ışık var. Bir kahve… Kahveye girdik, adamlar oyun oynuyor. Lüks lambasıyla aydınlanıyordu. Biraz sonra gözüm ışığa alıştı, bir de baktım ki kahvede masa yok. Sütun başlıklarını masa yapmışlar ve üstünde domino oynuyorlar."
"Tarih ve bugün içi içe yaşamaktadır. Böyle acayip bir yer hayatımda görmedim. Harabe dediğin harabedir. Ama bu öyle değil, bu bambaşka. Bu, tarih içinde yaşayan bir şehir…" "Baktım ki taşların içinden suratlar bana bakıyor. Hemen aklıma röportajın adı geldi; Aphrodisias çığlığı… O taşlar bana bakıyor ve beni buradan kurtar!’ diye çığlık atıyor." Sevgilisinin Koynunda Yatan Bilim İnsanına Sonsuz Saygılarımızla
Son olarak Prof. Dr. Kenan T. Erim Aphrodisias’a geliyor ve aşık oluyor. Bunun üzerine 1961’de Aphrodisias’ı kazmaya başlıyor. Hayatını bu kentin toprak altından gün yüzüne çıkması ve ayağa kalkmasına adayan Prof. Dr. Kenan T. Erim 1990 yılında aramızdan ayrılıyor. Mezarı ise halen Aphrodisias Antik Kenti’nde ölmeden 3 hafta önce restorasyonu bitirilen Anıtsal Tören Kapısı’nın güney yönünde buluyor. Hayatının 30 yılını bu muhteşem kentin ortaya çıkarılmasına adayan Kenan Erim’in bu kentte sonsuza kadar uyuyacak olması, ülkemizde bu onuru hak eden tek kişi olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca Erim’in, Aphrodisias Müzesi’nde bir büstü bulunuyor ve artık o, kendi değimiyle ‘sevgilisinin koynunda’ yatıyor.