Sesi Jim Carrey, Michael J. Fox ve çizgi film karakteri Sylvester ile özdeşleşen, edebiyatımızda son dönemin en önemli öykücüleri arasında yer alan ve kültür sanat programcılığında akla gelen ilk isimlerden olan Yekta Kopan ile sıcak bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisine gündeminde son zamanlarda neler olduğunu, en çok etkilendiği coğrafyaları ve gelecek dönem seyahat rotalarını sorduk.
Edebiyatımızda son dönemin en önemli öykücülerinden, seslendirme sanatının en önde gelen temsilcilerinden, kültür sanat programcılığında akla gelen ilk isimlerden, diğer bir deyişle pek çok alanda ürün veren önemli sanatçılarımızdan birisiniz. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Her gün yeni şeyler öğrenmeye çalışan biriyim sadece. Bitmek bilmez bir öğrencilik hali anlayacağınız. Yaptığım işleri birbirleriyle yarıştırmam. Sonuçta benim nasıl tanımladığımın bir önemi kalmıyor çünkü. Kimileri beni kitaplarımla tanıyor, kimileri yaptığım seslendirmelerle. Ama yaptığım bütün işlerin gelip dayandığı yer okumak ve yazmak. Kendimi bir okur-yazar olarak tanımlamak isterim kısacası.
Sesiniz Jim Carrey, Michael J. Fox, çizgi film karakteri Sylvester ve Buz Devri’nin karakterlerinden Sid ile özdeşleşmiş durumda. Seslendirmeye nasıl başladınız? Karakterleri seslendirmek nasıl bir duygu?
Yetmişli yılların Ankara’sında, TRT Ankara Televizyonu’nda başlayan bir yolculuk bu. Beş-altı yaşlarından beri yapıyorum. Kırk yılı aşan bir süreçten söz ediyoruz. Bu kadar uzun süre bir işi yaptığınız zaman, doğal olarak insanların ses hafızalarında bir yeriniz oluyor. Seslendirme bir mikrofon önü oyunculuğudur. Ama her sanat dalında olduğu gibi sadece doğal bir takım verilerle kotaramazsınız. Teknik bilgi de gerekir. Aynı anda hakim olmanız gereken birden çok değişkeni yönetmeniz gerekir. Bütün bunları tamamlayıp, bir karakterin sizin sesinizle bu dile kazandırılması, sonra da insanların beğenisini kazanması elbette gurur verici.
Şu anki başarınızın temelinde yatan nedir sizce?
Başarı kişiden kişiye değişen bir olgu. Zaman içinde, yaptığınız işin dinamikleri karşısında sürekli değişkenlik göstermesi kaçınılmaz. Kendisini "başarılı" görenlerden değilim ben. Sadece yaptığım işi, başarmaya çalışıyorum. Bunun için de her gün yeniden öğrenci olmaya, öğrenmeye hazır bir şekilde başlıyorum güne. Günün birinde "Başardım," demeyi istemem sanırım. Başarmak için çalışmak daha güzel.
İşletme eğitimi aldığınızı öğrendik. Yaptığınız işler ve ortaya koyduklarınızla çok zıt gibi gözüküyor. Aldığınız eğitimin yaşamınıza ve şu an da yaptığınız işlere bir katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu sıkça sorulan bir soru. Cevabım hep aynı; evet. Bir eğitim sürecinden neler öğrendiğiniz ve bunu gündelik hayatınıza nasıl dahil ettiğiniz önemlidir çünkü.
Yekta Kopan son dönemlerde neler yaptı? Hangi projeler üzerinde çalışıyor?
Şu anda yoğunluklu olarak çalıştığım iş bir YouTube platformunda yaptığım program. Allianz Motto Müzik, ikinci yılına girmiş olan bir YouTube platformu. Ben de Noktalı Virgül adını verdiğim bir sohbet programıyla bu platformun bünyesindeyim. Bu yayıncılık anlayışının, geleceğin yayıncılığı olduğunu söylüyordum. Ama şimdi rahatlıkla şunu söyleyebilirim. İnternet üstü yayıncılık, günümüzün yayıncılığı. Çok üretken ve içten bir ekiple çalışıyoruz. Yaptığım program, geçenlerde Radyo Boğaziçi Müzik Ödülleri’nde "Yılın Müzik Programı" ödülü aldı. Bu ödül, günümüz genç izleyicisinin bakış açısını yansıtması açısından önemli bence. Bir başka proje de, iki cildini çıkardığımız ve üçüncüsüne çalıştığımız bir kültür-sanat almanağı olan Can Almanak. Bu da çok önemsediğim, yıllardır hayalim olan bir çalışmaydı.
Bir şeyleri yaratmak, o yaratılanda yaşayabilmek ve yaşatabilmek nasıl bir süreç?
Sorunuzun cevabını birkaç kere düşündüm. Cevaba gelince ben buna "üretmek" diyeyim. İnsan bir üretimi olmadan nasıl yaşar ki zaten. Açıkçası ben bundan başka bir yaşayış bilmiyorum. Hayatım boyunca üretmeye, üretken biri olmaya ve sizin deyiminizle o üretimin içinde yaşamaya çalıştım. Bitmeyen bir süreç. Üretirsiniz, üretiminizle hesaplaşır, özeleştirinizi yapar ve hemen bir sonraki üretime başlarsınız. Yaşamak denen döngü bundan oluşmuyor mu zaten?