Sarıkeçililer’in çocuklarına her fırsatta fısıldadıkları cümlelere kulak kabartırsanız şuna benzer sözleri de duyacaksınızdır; Kültürümüz yok olmasın, devran dönsün Sarıkeçililer yürüsün. Bizler yüzyıllardır Toroslar’da develerimiz, keçilerimiz ve kıl çadırlarımızla konar - göçer bir yaşam süreriz. Göç yollarımızı Göksu Nehri ve kolları belirler. Bu bizim kültürümüz, hepimizin kültürü. Türkiye’deki tüm derelerin özgürce akması ve doğadaki tüm varlıkların suyla buluşması için mücadeleler veririz. Keçiler dua etmezse şu dağlarda ot bitmez. Otlar dua etmezse gökten bir tek damla yağmur düşmez. O yüzden tüm canlılar bizim için bir.
Sarıkeçili Yörükleri, Toros Dağları’nın çetin kış şartlarından korunmak için İçel - Silifke - Gülnar - Anamur sahillerine doğru inerler, yaz aylarında ise bu sahillerin bunaltıcı sıcağından kaçarak Mersin’in Mut ve Silifke yaylalarına, Sertavul Geçidi’ne doğru Konya'nın Seydişehir - Beyşehir yaylalarına yol alırlar.
Sarıkeçililer’in bebekliklerinden başlayan bu yolculuk serüvenleri aslında göç yollarını da hafızalarına yavaş yavaş kazımalarına sebep olur ki onlar bunun farkına hiç varmazlar bile. Şu karşıdaki ulu çam ağacının altında oyun oynamıştım, biraz ilerideki Göksu deresinin üzerindeki asma köprüden aşağı doğru inerken yuvarlanıp düşmüştüm…
Bu zorlu göç yollarının zorluklarını çektikleri kadar keyfini de yine en çok Sarıkeçili çocukları çıkartıyor. Her bir obanın sahip olduğu kıl keçileri, develeri çocukların oyun arkadaşı, kıl çadırları evi, çadırın önündeki uçsuz bucaksız arazi ise oyun bahçeleri.
Yörüğü Yörük yapan av sevdası, yer sevdası, yar sevdası derler. Göç yollarında atalarından, ana ve babalarından gördüklerini hiç farkında olmadan öğrenip kavrar çocuklar. Keçilerin otlatılması, kıl çadırın kurulması, yemek için avlanmanın gerekliliği, odunların kırılması, yemeklerin yapılması, hangi otların, bitkilerin yenilip hangilerinin yenilmediği onlara bir oyunmuş gibi gelirken büyüdükçe aslında hiç farkında olmadan hayatı öğrendiklerini anlarlar.
Çocuklar evleri olarak tabir ettikleri kıl çadırlarında bulunan kilimi, çulu, keçeyi ve mutfak malzemelerini, küçük dünyalarındaki büyük evlerinin büyük eşyaları olarak görürler. Hatta ne çok ev eşyamız var derler her taşınmada toplanırken.
Yaz sıcaklarında yaylalarda bile olsalar onların küçük bedenlerine göre kocaman olan dere yataklarında akan sularda öğrenirler yüzmeyi. Hem tertemiz hem de buz gibi olan suda.
Zamane çocuklarının ebeveynleri onlar için organik pazarlarda gezip, organik yiyecekler ararken Sarıkeçili çocuklarının çadırları önünde organik bahçeleri bulunur. Dilediğini dilediği zaman topraktan toplayıp yer, istediği meyveyi ağacına tırmanarak dalından koparır.
Toroslar'ın özgür çocukları olan Sarıkeçili çocuklar hayatı erken öğrendikleri gibi göçlerde aşık olduğu ilk kızla da evlenirler. Evlenip evini yuvasını kurar. Anne ve babalarından ayrılarak ilk yuvamız dedikleri kendi çadırlarında hayatlarına başlarlar. Aile büyüklerinin düğün hediyesi olarak yeni evli çifte verdikleri keçi ve koyunlar ile yeni hayatlarına başlayan dünün küçük çocukları, bu günün büyükleri bilgilerini yeni nesillere aktarmak için bayrağı bu sefer kendileri ellerine alırlar.
Bir Sarıkeçili’den alıntıdır; ‘Ben dedi 80 yaşındayım (1999), göç yolunda doğdum, göç yolunda öleceğim. Kimse bizim kadar anlamaz tabiatın dilinden. Leylek alçaktan uçunca ne olur, böcekler nasıl davranınca kış çetin geçer, bizim kadar tabiatın dilini kim anlar. Ne yani hepsini unutayım mı? 1000 yılın süzme kültüründen vaz mı geçelim?’
Böylesi tabiat aşığı, böylesi toprakla yoğrulmuş, bin yıllık bilgi birikimi olan Sarıkeçililer’in göç yollarının kapatılması ve engellenmesi gündemde. Devlet, Sarıkeçililer’i yerleşik hayata geçmeye zorluyor. Bizim gibi çevre dostlarını ve değerlerine sahip çıkmayı görev edinmiş gençleri de Sarıkeçililer’e destek olmaya davet ediyoruz. Fotoğraflar için © Sevinç İşözen Gerçekoğlu'na, Haydar Erçin, İsmail Akçay, Fatih Pınar ve Tahir Özgür'e teşekkür ederiz.