Bozcaada’ya varınca da yediğimiz kazığı unuttuk tabii. Son dakika yapılan rezervasyonda tek yer bulabildiğimiz Amaranda Adaevi, meğer çok sevgili ablam ve ağabeyim diyebileceğim Feraye ve Lütfü Tınç’ın oğlu Mustafa ve eşi Özlem’in işlettiği beş odalı bir pansiyon. Hal böyle olunca herkesle de görüşmeye fırsat bulduk o dört gün boyunca.
Turistlerin akın ettiği adanın tüm kalabalığa rağmen huzur verici bir yanı var. Hava bozsa da burada mahsur kalsam diye düşünenler eminim çoktur. Geniş geniş edilen envai çeşit reçele eşlik eden peynirli, börekli, omletli, ekmekli sabah kahvaltısı, çoktandır aceleyle ediverdiğimiz ve tat tuz alamadığımız günlük kahvaltımızdan o kadar farklıydı ki... Her gün içtiğimiz kahvenin bile tadı bir farklı oluyor tatilde besbelli.
Dört gün az zaman, göz açıp kapayıncaya kadar geçer deyip, her günümüzü planlamadık değil. İstanbul kafası ne yapsan bir yerde devreye giriyor. Adanın gidilmeye değer tüm koyları ziyaret edilecek, çok kalabalık olanlar elenecek, ulaşımı zor olduğu için tercih edilmeyenlere gidilecek vs. vs. Akşamları da dostlarla yemekler yenecek... Tatilden başka ne dilenir ki.
Adanın çok meşhur ve övüle övüle bitirilemeyen tüm koylarını gezdik, buz gibi denizinde yüzdük ve yorgunluğumuzu attık. Öğle yemeklerini atıştırdık, akşamları mükellef yemekler yedik. Tam diyetisyenlerin yapmayın dediklerini illa ki yaparak. Yediğimiz zeytinyağlı ve balık ikilisine güvendik ama kilo almadan dönmeyi yine de başaramadık.
Beylik Koyu’nda karaya oturmuş, artık adanın simgesi olmaya aday 88 m uzunluğundaki yük gemisi, turizme hizmet ediyor denilebilir. Koya akın eden turistler, kah geminin halatlarında sallanıyor, kah geminin gövdesindeki yarıktan ambarına girip fotoğraf çektiriyor. Biz de benzeri turist davranışlarını yapmadan koydan ayrılmadık doğal olarak.
Adadaki son günümüzde limandan kiraladığımız tekneyle adanın koylarını denizden dolaştık. Bu vesileyle kaptanımız bizi karadan ulaşımın olmadığı muhteşem koylara da götürdü. Bol bol yüzdük, adayı bir de denizden keşfettik. Tüm bu gezi sonunda adadaki hayata özenerek tekneden ayrıldık.
Dostlarla vedalaşmak zor oldu. Aklımız da kalbimiz de adada kaldı. Adanın sonbaharda da çok güzel olduğunu öğrenip, sonbaharda tekrar buluşmak üzere Bozcadada’dan ayrıldık. Tek molanın ardından İstanbul sınırına girince trafik durdu ve bir saat kadar da hiç akmadı. Adım adım tıkılı kaldığımız yolda, tırların ve kamyonların arasına sıkıştığımız şeridimizde, Bozcadada’da kaldığımızı hayal ettik. Trafik nedir bilmeden yaşadığımızı, bir yerden bir yere yetişme telaşının olmadığı bir hayatı düşünmeye çalıştık. Kapasitemiz yettiği kadar düşünmeye çalıştık ve aklımızda deniz, burnumuzda ada havası, gönlümüzde dostlarla kaldığımız yerden koşturmamıza devam ettik.