Kelime olarak ayrım anlamına gelen apartheid, sadece beyazları siyahlardan üstün tutmakla ve ayırmakla kalmıyor; siyah toplumu da kendi içinde kabilelere ayrıştırıyordu. Apartheidin bitmesi kolay olmadı, baskıya direnen siyahlar tutuklandı, öldürüldü, evlerinden sürüldü ve her türlü zulme maruz kaldılar. 20. Yüzyılın ikinci yarısı 1994’te yürürlüğe giren yeni anayasaya kadar, ırk ayrımcılığıyla tarihe damgasını vurmuş oldu. İki okyanusun kucaklaştığı Güney Afrika, halkların kucaklaşmasını ancak 20. yüzyılın sonlarında görebildi. Oysa bu topraklar insanlığın beşiğiydi.
Bu dönemde ekonomik krizler nedeniyle para birimi Rand değer yitirse bile Güney Afrika, dünyanın en önemli teknolojik çalışmalarının yapıldığı, tarım ve hayvancılık alanında örnek alınacak zenginliğini korudu. Geçmiş yüzyıldan günümüze kadar altın, elmas gibi değerli madenlerin yanısıra kömür üretiminde de ilk sıralarda yer alan ülke; turizm alanında da önemli bir gelire sahip. Ömrünün büyük bir bölümünü hapislerde geçirdikten sonra ülkesinin kaderini değiştiren, ırkçılığa karşı mücadelenin simgesi haline dönüşen Nobel ödüllü Nelson Mandela’nın yönetiminden sonra, yolsuzluklar ve istismarlar gündeme geldi. Ancak ülke bütün olumsuzluklara rağmen, eğitimde fırsat eşitliği ve sağlık sistemindeki reformlarla dünyada kendinden söz ettiriyor. En Renkli Siyahi Kabile: Zulular
Irk ayrımcılığına maruz kalan etnik gruplardan biri olan Zulular, KwaZulu Natal bölgesinde yaşıyor ve bugün dünyanın en ünlü kabilelerinden biri sayılabilirler. Tarım ve hayvancılık dışında turizmle de geçinen kabile üyeleri, geleneklerine bağlıdır. Kadınların ev işleriyle ilgilendiği ve erkeklerin de hayvanlarla uğraştığı toplum üyeleri, evlerini beraber inşa eder. Sıcak ve soğuk havadan korunmak için evlerin dışı çamurla sıvanır. Bu çamur inek gübresiyle karıştırılıp, zemine de sürülür. Kadınlar sıva işlerini yaparken, erkekler de dalları dama döşer. Bu ortak çalışma biçimi, turizmle daha da pekişmiş durumda. Ziyaretçi akınına uğrayan Zulu bölgesinde, turistler Zulu halkının törenlerine tanıklık etmekle kalmıyor; onların el sanatlarından satın alarak ekonomik katkı da sağlıyor. Ne var ki, geleneksel Zulu yaşamı daha çok ziyaretçiler için sürdürülüyor gibi duruyor. Küreselleşen giyim tarzı, Zulular’ı da dışarıda bırakmış değil ama en azından törenlerde hala geleneksel kıyafetlerini giyiyorlar.
Bartolomeu Dias, 1488 yılında Afrika kıtasının en güney ucundan geçtiğinde, buraya Fırtınalar Burnu adını vermişti. Bu adı Portekiz kralı II. John, Ümit Burnu olarak değiştirecekti çünkü doğuya yepyeni bir kapı açılmıştı. Böylesi tarihi bir keşfi yapan ilk Avrupalı olan Dias, keşfinden 12 yıl sonra, kendi deyimiyle Fırtınalar Burnu açıklarında, fırtınaya kapılan gemisinin batmasıyla hayatını kaybedecekti. 16 ay süren seyahati boyunca Portekizli kâşif, Afrika kıtasının batı kıyılarını keşfetmişti. Ondan sonra Vasca de Gama, Ümit Burnu’nu aşacak ve Hindistan’a ulaşacaktı. Dias’ın hayatını kaybettiği bu sulara 3,5 asır sonra bir Osmanlı ulaştı ve Güney Afrika’da bir aile kurdu. Efendiler 17 Ocak 1863’te Cape Town’a varan Ebu Bekir Efendi ve ona eşlik eden yeğeni Ömer Lütfi Efendi’nin zor bir görevi vardı. Yaptıkları bu seyahat onlar için bir dönüm noktası olacak, Ömer Lütfi hikayelerini bugünlere taşıyacak, Ebu Bekir Efendi’yse soyadını yaşatacaktı.
Britanya kolonisi olan Güney Afrika’da Müslümanlar arasındaki fikir ayrılıkları çatışma boyutuna ulaşınca, Kraliçe Victoria Osmanlı Sultanı’ndan konuyu çözümlemesi için destek ister ve Ebu Bekir Efendi böylece yola çıkar. Cape Town’a geldiğinde 40 yaşında olan Ebu Bekir Efendi’nin ilk işi, ülkede konuşulan dili öğrenmek olur. Afrikanca’yı öğrenmekle kalmaz, Arapça harfleri kullanarak yerel dilde bir fıkh kitabı da yazar. Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözmek kolay olmadıysa da, Ebu Bekir Efendi ülke Müslümanları’nın sosyal ve kültürel açıdan da gelişmelerini sağlayacak adımlar atar. Bu arada kendi de burada bir yaşam kurar, ilk evliliğini Rukiye Hanım’la, ikinci evliliğini de James Cook’un kardeşinin torunu Tahora Saban Cook ile yapar. 29 Ağustos 1880 yılında 57 yaşında hayatını kaybeden Ebu Bekir Efendi’nin mezarı, Tana Baru’da bulunuyor.
Malay dilinde “yeni toprak” anlamına gelen Tana Baru Mezarlığı artık kullanılmıyor ama ziyaretlere açık. Efendi’nin Güney Afrika’da kalmış olduğu ev ise hâlâ ayakta ve Cape Town’ın Bo-Kaap mahallesinde bulunuyor. Günümüzde müze olarak hizmet veren Ebu Bekir Efendi’nin evi, Güney Afrika’da 19. yüzyıl Müslüman yaşantısına dair ayrıntılarla dolu. Döneme ilişkin tüm eşyalar Ebu Bekir Efendi’nin Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklara getirdiği çözümün hayata uygulanışını temsil ediyor. Çatışmaları söndürmeyi başaran Ebu Bekir, Güney Afrikalı Müslümanlar’ın kıyafetlerinde de bir değişiklik yaratmıştı. Fes, kıtanın ucuna gelen bu iki yabancı sayesinde moda olacaktı.
Cape Town’ın Müslüman Mahallesi Bo-Kaap, rengârenk evleriyle, ülkenin geçmişinde yaşadıklarını unutturmak istiyor. Müslüman nüfusun da payını aldığı ırk ayrımcılığı politikası belleklerde taze olsa da, geçmişe dönüp bakmak yerine, yüzler geleceğe çevrili.