Kars, son dönemlerde hak ettiği ilgiyi görmeye başlayan şehirlerimizden biri. Özellikle kış aylarında tatil dönemlerinde otellerinde yer bulunamayışı, bunun en önemli ispatı. Sarıkamış’ta kayak yapmaktan, buz tutmuş Çıldır Gölü’nde atlı kızağa, eskimo usulü balıkçılığa, Ani’ye kadar uzanan turistik faaliyetler sayesinde, insanlar Kars’ı sadece kış döneminde değil, bahar ve yaz aylarında da ziyaret ediyor. Bu da şehrin geleneksel kaz yemeğine ve peynir çeşitlerine büyük şehirlerde duyulan ilginin nedenini açıklıyor. Bu coğrafyada yaşamış ve izlerini bırakmış Malakanlar’ın, Dukobarlar’ın geleneksel peynir imalathaneleri, yüzyıl önce doğa ve canlı uyumundaki hijyen sorunlarını ortadan kaldıran mühendislik uygulamaları, klasik turizmin dışında eğitim turizmi kavramını da geliştireceğe benziyor.
Alternatif bir rota olarak Kars fazlasıyla öngörülebilir diyebilirsiniz. Peki, o halde Çankırı’ya ne dersiniz? Türkiye’nin yüzlerce yıllık tuz ihtiyacını karşılayabilecek kapasitede olan ve dev galerilerden oluşan bir tuz mağarasının burada olduğunu biliyor musunuz? Çankırı’nın 20 km doğusunda, Balıbağı Köyü yakınlarındaki tuz madeninin Hititler’den beri kullanıldığı biliniyor. Yerin 150 metre altındaki bu tuz damarının, sağlık turizmi açısından büyük bir potansiyele sahip olduğunu, İsrail’de, Slovakya’da veya kimi spalarda, tuz tuğlalarıyla döşenen küçücük odalara girebilmek için insanların ödeme yaptığını düşününce, büyük bir potansiyele sahip olduğumuzu görebiliriz. Polonya’nın Krakow şehri yakınlarında, bu tuz madeninin neredeyse yüzde bir ölçeğinde bir madende, tuzdan heykellerle bir kilise kurulduğu ve yüzbinlerin burayı ziyaret etmek için şehre geldiğini biliyorum.
Doğup büyüdüğüm kent Siirt’te, yıllar önce yapılan kazılar sonucu Dicle Nehri ile Botan Nehri’nin buluştuğu yerde, dünyanın en eski nehir limanının bulunduğunu biliyor musunuz? Romalılar döneminde de kullanılan bu limanın buluntuları bugün Batman Müzesi’nde görülebilir. Tabii Batman’da müze olduğunu biliyor musunuz diye de sormam gerek. Bu müzede Göbeklitepe’den çıkan buluntular dışında, tarihi 7000 yıl öncesine kadar inen satrancın atası olarak tanımlanan oyun taşları, takı ve silah örnekleri de görülebilir.
Siirt’e torpil geçmemin bir diğer nedeni de yemekleri. Anadolu’nun her şehrinde yemeğin ayrı bir yeri var elbette ama Siirt’in meşhur perde pilavı, içli köftesi, kiteli, büryanı ve daha nicesi neyse ki İstanbul’da Zeyrek’te Siirtliler’in yoğun olduğu Kadınlar Pazarı’nda yenebilir.
Bir başka alternatif rota da Van. Van’da gezip görülecek çok yer var. Aralarından birinin benim için yeri farklı. 1982 yılında Afganistan’ın Pamir Yaylası’ndan yola çıkıp, Türkiye’de Van’a yerleşen Kırgızlar’ın köyleri Ulupamir’i ziyaret etmenizi öneririm. Geleneklerini devam ettiren Kırgızlar’ın düğünleri özellikle görülmeye değer.
Edirne de mutlaka destinasyonlarınız arasında olmalı. Mimar Sinan’ın eşsiz eseri Selimiye Camii’ni, şehre değer katan diğer eserleri görmek, Kapalı Çarşısı’ndan alış veriş yapmak, lezzetlerinden tatmak ve tabii ki yağlı güreşleri izlemek özellikle fotoğraf meraklıları için tavsiye edeceklerim arasında. Kakava şenlikleri döneminde giderseniz, şehrin Roman kültürünü de görebilir ve hiç unutamayacağınız anıları biriktirebilirsiniz.
Edirne’ye kadar gitmişken Kırklareli’ne de gitmenizi tavsiye ederim. Adeta doğal bir cennet olan İğneada’daki longoz ormanını ve şehrin 58 km kuzeydoğusundaki Demirköy’ü görülmeye değer. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethinde kullandığı gülleleri Demirköy’de döktürmüş. Bölgede 180 adet demir fırını tespit edilmiş ve bu fırınları sadece Osmanlılar değil, Roma ve Bizans da kullanmış. Endüstriyel arkeolojik projenin yürütüldüğü bölge, hem tarihle hem de doğayla iç içe olmak isteyenler için bir çekim noktası.
Türkiye’nin dört bir yanı turizm cenneti. İstanbul’da oturup, hafta sonu kısa bir kaçamak yapayım derseniz, şehrin ormanlık ilçeleri dışında Kefken ve Kerpe’ye kadar uzanabilirsiniz. Yaz tatili yapmak isteyenler, Marmara kıyılarında da cennet köşeler bulabilir. Bazı uzak noktalara ulaşmak ise, yakın olanlardan daha kolay. Trafik derdini çekemem diyenler için 1 -2 saatlik bir uçak yolculuğuyla Anadolu’nun tadına varmak mümkün. Yeter ki niyet edelim, özellikle çocuklarımızın kendi ülkelerini tanımalarına biz ebeveynler öncülük edelim.